Mahremiyet çağının sonu!

30 Eyl
2016

Dijitalleşme tüm hızıyla hayatımızın her alanını kuşatmaya devam ediyor. Üstelik bu, her geçen gün kişisel tercihlerimizden daha fazla azade biçimde gündelik hayatımızı etkiliyor. Yani, dijitalleşmeden iradi olarak kaçınamadığımız bir döneme girmiş durumdayız.

Bu ne anlama geliyor?

Elimizdeki akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar bizi öylesine “online” hale getirmiş durumdaki dijital kanallar üzerinden sosyal çevremizle, kamuyla, özel şirket ve kurumlarla kurduğumuz ilişkilerden kaçınamayacak duruma geldik.

Bir nevi, bunu artık “bağlı kalmak” adına ya “psikolojik ve sosyolojik”ihtiyaçlarımız nedeniyle “isteyerek”, ya da iş ve kamuyla ilişkilerimiz nedeniyle “zorunlu” olarak yapıyoruz. Bu süreç, her geçen gün güçlenerek “gerçek kimliğimizin” yanında “dijital kimliğimizin” bir parçası olarak gelişerek sürüyor.

Teknolojik araç ve ürünlerdeki büyük gelişme ve değişimler, yaşamımızla ilgili olan alanları “ticarileştirdi ve düzenleyici” hale geldi. Daha fazla güvenlik, daha fazla verimlilik, daha fazla karlılık adına dijitalleşme reddedilemez vaatlerle birçok ürün ve hizmetle karşımıza çıkıyor. Bunlardan ne bireysel olarak, ne şirketler, ne de devlet olarak kaçınamıyoruz.

Farkında olalım ya da olmayalım; kontrol edelim ya da edemeyelim, kişisel verilerimiz (kimliğimizi ilgilendiren her şey; biyolojik özelliklerimiz, kişisel tercihlerimiz, davranış ve alışkanlıklarımız) her teknolojik ve dijital yenilikle biraz daha fazla “online ağın” parçası haline geliyor. İnternete bizzat kaydettiğimiz ya da ikinci taraflarca kaydedilen “her şey” bireysel varlığımızı ve yaşamlarımızı aleni hale getiriyor.

Veri tabanlarına kaydedilen kişisel bilgilerimiz, herhangi bir zamanda ve herhangi bir şekilde gözler önüne serilebilecek ya da bu bilgilere ulaşanların istedikleri gibi kullanabilecekleri bir evrenin parçası haline geliyor.

Kim ne derse desin, kim hangi güvenceyi verirse versin, kişisel verilerimiz bizim kontrolümüzden çıkıyor, mahremiyetimiz ikincil, üçüncül tarafların inisiyatifine kalıyor.

Ne yazık ki, ne ulusal ne de uluslararası hukuk bu durumun yarattığı sonuçları kontrol edebilecek, güvence altına alabilecek durumda değil. Dijitalleşmenin yarattığı ekosistem nedeniyle yakın gelecekte de bunu sağlayabileceğine ilişkin emareler yok.

Peki, nereye gidiyoruz?

Kişiselleştirme için her şeyi kaydet!

Şirketler, kurumlar, devletler dijitalleşme adımlarını artırdıkça daha sık biçimde “kişiselleştirme” kavramını duyuyoruz. Birey, şirketlerin, devletin doğrudan hedefi ve odağı haline geliyor. Şirketler ürün ve hizmetlerini pazarlayabilmek için artan iştahla daha fazla kişisel verinin peşine düşüyor. Devlet, bürokrasiyi ortadan kaldırıyor ve doğrudan “vatandaş” ile iletişim ve ilişki kuruyor.

Google, Facebook, Insagram, Whatsapp, SnapChat gibi sosyal ağ platformları şirketlerin bu taleplerini karşılayabilmek için hizmet koşullarını ve gizlilik politikalarını sürekli değiştiriyor. Yakın zamanda Whatsapp’ın telefon bilgilerini Facebook ile paylaşmak için hizmet koşullarını ve gizlilik politikasını değiştirmesi bunun son örneği oldu.

Dijital platformlar web ve mobil üzerindeki tüm kişisel davranışlarımızın verilerini kaydederek bu verileri “pazarlama”nın aracı haline getiriyor.

E-Devlet Uygulamaları

Devletler de dijital alandaki yatırım ve girişimlerini artırıyor. Hatta iş o derkeye ulaştı ki artık Estonya devletine online kanallarla vatandaş bile olabiliyorsunuz.

Türkiye’de de kamu “e-devlet” uygulamalarıyla eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, adalet, güvenlik, maliye, tarım gibi birçok alandaki hizmetlerini online ortama taşıyor. Bunu yaparken daha fazla kişisel veriyi ağ üzerinde talep ediyor, vatandaşlara ilişkin elindeki verileri “ağın” parçası haline getiriyor ve kullanıma sunuyor.

Hizmet sunumu ve kullanımı için ağa çok daha fazla kişisel verinizi girmeniz gerekiyor. Kişisel veriler farklı bakanlıklar arasında birçok kamu kurumu ile paylaşılıyor. Özellikle sağlık ve biyometrik veriler ağ üzerinde dolaşıyor ve bunlar yakın gelecekte ulusal, uluslararası siber saldırılar ve güvenlik sorunları nedeniyle birçok tartışmayı tetikleyecek.

Big Data (Büyük Veri)

Kabul etmemiz gerekiyor ki, “iradi ya da zorunlu” nedenlerle dahil olduğumuz online ağ üzerinde tüm verilerimiz depolanıyor. Şirketler, kurumlar, devletler ya da başkaca bağımsız veri merkezlerinde toplanan bu bilgiler yaşamlarımızı yakın gelecekte çok daha fazla etkiliyor, yönlendiriyor olacak.

Kuşkusuz, “veri güvenliği” sağlandıkça (ki bu işin doğası gereği mutlak olarak mümkün değil) kişisel verilerin kullanılması kötü bir şey değil. Daha iyi sağlık, eğitim, belediye hizmeti almak için kişisel verilerinizi paylaşmak gerekebilir. Daha kaliteli ürün ve hizmete ulaşmak için kişisel verilerinizi paylaşmak yararlı olabilir.

Ama süreç bugüne kadar geliştiği gibi devam edecekse, kişisel verilerimizin güvenli sınırlar içerisinde kalmayacağı ve kişisel verilerimizin kontrolsüz ve giderek taciz boyutuna ulaşacak şekilde“pazarlama ve satışın” unsuru haline gelmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor. Kişisel özgürlükler, daha fazla baskı ve kontrol altına alınabilir.

Nesnelerin İnterneti ve Her Şeyin İnterneti

Teknolojik gelişmeler, kişisel veri güvenliğimizin yakın gelecek de daha büyük bir sorun haline gelebileceğine işaret ediyor.

Business Insider tarafından hazırlanan rapora göre 2015 yılında internete bağlı 10 milyar cihaz bulunuyordu ve bu rakamın 2020 yılına kadar 50 milyara ulaşması bekleniyor. Bu, günlük hayatımızdaki birçok eşyanın, alet ve ürünün internete sensörler kanalıyla bağlanması veri üretmesi demek.

Ev aletlerimiz, otomobilimiz, kıyafetlerimiz, güvenlik ve sağlık ürünlerimiz, sanayi ürünleri ve daha aklınıza gelebilecek her şeyimiz bağlantılı ve bağıntılı hale gelecek. Dolayısıyla bugün akıllı telefonlarımız, web ve bazı geleneksel kanallarla oluşturduğumuz verilerin yerini, yaşamımızdaki tüm eşyaların üreteceği verilerle neredeyse attığımız adımlar ve aldığımız soluk dahi takip edilir hale gelecek.

Yapay Zeka ve Robotik Sistemler

İş öyle bir boyuta ulaşacak ki, depolanan kişisel verilerimizi, bugün öncüllüğünü sanal asistanlarla gördüğümüz süreci yapay zeka teknolojisiyle birlikte robotik sistemlere ve makinelere teslim ediyor olacağız.

Semantik olarak verilerimizi analiz edebilecek olan yapay zeka teknolojisi verilerimizi kontrol ediyor, anlamlandırıyor ve analizlerle yönetiyor olacak. Ve insanoğlu makinelerle konuşuyor hale gelecek; dahası kişisel verilerimizi kullanan makineler yaşamlarımızı yönetiyor olacak. Bunun, insanlar için yarar ve zarar boyutunu henüz öngöremiyoruz.

Akıllı Şehirler

Merkezi düzeyde temelleri atılan e-devlet uygulamaları zamanla yerelleşerek“akıllı şehirlerle” dijital olarak bizleri geri dönüşü olmayan bir yönetim modelinin parçası haline getirecek. Samsung, Güney Kore’de akıllı şehirler için özel bir ağ sistemi kurmaya başladı bile…

Örneğin musluklarımıza takılacak sensörlerle su tüketim alışkanlıklarımız takip edilecek ve belki de hane hane fiyat politikası izlenecek; aydınlatma cihazlarındaki sensörlerle elektrik tüketimimiz ve alışkanlıklarımız izlenecek.

Çöp kutularına takılacak sensörlerle belediyeler atıkları takip edebilecek ve toplama frekanslarını belirleyebilecek. Belediyeler, tüm haneleri ve bu hanelerde yaşayan bireylerin alışkanlıklarını ya kendi imkanlarıyla ya da diğer e-devlet entegrasyonlarıyla takip edebilecek.

Kişisel veriler, yerel yönetim hizmetlerinin temel belirleyicisi olacak ve bu verileri sağlamaktan kaçınamayacağız.

Özel sektör firmaları ya da kamunun günlük yaşamımızla ilgili hemen her alanı “daha iyi hizmet” adına “veri”ye dönüştürmek ve sensörlerle kaydetmek istemesi, bu verilerin kontrol ve güvenliğini bir sorun olarak karşımıza çıkaracak.

Parmak İzi, Avuç İçi Damar İzi ve Retina

parmakizi

Kişisel veriler çeşitlenip, çoğalıp alenileştikçe, onları koruyacak kişisel güvenlik sistemleri de daha fazla yaşamımıza dahil olacak. Akıllı telefon üreticileri cihazların kullanımı için parmak izi, retina gibi teknolojileri çoktan kullanıma soktular bile. Nesnelerin interneti ile birlikte online ağa daha farklı cihaz ve eşyalarla bağlanacak olmamız biyometrik şifrelerin kullanımını daha fazla ihtiyaç haline getirecek.

Devlet, sağlık başta olmak üzere birçok kişisel veriyi koruyabilmek için parmak izi, avuç içi damar izi teknolojisini kullanıyor. Yine bankalar başta olmak üzere bazı özel kuruluşlar da güvenlik için benzer teknolojiler üzerinde çalışıyor.

Ama güvenlik önlemi için geliştirilen bu yöntemler bir başka boyutuyla kişisel verilerimizi online ağın bir parçası haline getirerek güvenlik riskimizi daha da artırıyor.

Veri tabanlarında tutulan bu verilerin güvenliği sağlanamadığı takdirde kişilerin güvenliği hiçbir dönemde olmadığı kadar büyük bir risk altına giriyor.

Kişiye özel bu verilerin kullanılmasıyla ortaya çıkacak hukuksal, kültürel, sosyal ve siyasi sonuçları öngörmek gerçekten mümkün değil. Örneğin, bir sabah uyandığınızda milyonlarca insanla birlikte sizin kişisel biyometrik verilerinizin de ifşa edildiğine tanık olabilirsiniz. Ne yazık ki benzer birçok örneğe geçmişte tanıklık ettik.

Tek Çare Daha İyi Eğitim

eğitim

Şimdi soru şu, iradi ya da gayri iradi olarak kişisel verilerimiz online ağın parçası haline geliyorsa, yaşamlarımız alenileşiyorsa “çare ne?”

Buna elbette şu anda mutlak anlamda tatmin edici bir yanıt bulmak çok zor. Zaten dünyada teknolojik, sosyal, ekonomik, siyasi, hukuksal ve kültürel boyutlarıyla bunları tartışıyor. Sorun ve çözüm yumağıyla birlikte bir araf dönemdeyiz.

Kabul etmeliyiz ki, “mahremiyet çağının sonuna geldik”. Evlerimizin içi, sosyal hayatımız, kişisel bilgilerimiz, iş hayatımız, yeteneklerimiz, duygularımız, yaşam tarzımız, alışkanlıklarımız, davranışlarımız insanlık tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar şeffaf ve gözler önünde. Üstelik tüm bunlar tüm ayrıntılarıyla birlikte kaydediliyor ve saklanıyor. Bu durum, önümüzdeki yıllarda pozitif ve negatif etkileriyle birlikte artarak devam edecek.

Dijitalleşme, kişisel verilerimizi daha fazla alenileştirirken, üretim ve tüketim süreçlerini, kültürel ve ahlaki değerleri, hukuk ve siyaset sistemlerini kökten değiştirmeye devam edecek. İşte tüm bunlar yaşanırken elimizdeki yegane araç, insanoğluna yaşadığı dünyayı daha iyi algılayabilmesi için “daha iyi bir eğitim sunmak.”

Özellikle çocuklara ve gençlere yaşadıkları çağı, dünyayı algılayabilecekleri bir eğitim sunmak bu denli şeffaflaşan dünyada, kontrolü ellerine almaları ve hayatlarını yönetmeleri için sunabileceğimiz tek araç. Bu ülkeler için bir tercih değil, bugün artık bir zorunluluk.

Kişisel verilerinin denetimini sağlamaları; hangi bilgiyi, hangi düzeyde ve nerelerde paylaşacaklarını kavramaları; başkalarınca haklarında paylaşılan bilgileri kontrol edip sorgulayabilmeleri; verilerini paylaştıklarında karşılaşacakları fayda ve riskleri mukayese etmeleri ve risklerle karşılaştıklarında bunları yönetebilecek bir kapasiteye sahip olmaları bugün çocuklara ve gençlere sunabileceğimiz eğitimin ana özünü oluşturmalı.

Elbette, gelecekte bir takım ulusal ve uluslararası hukuk sistemleri de gelişecek, ama birincil sorumluluk ve inisiyatif bilginin kaynağı ve kökenindeki bireylerin elinde olacak.

Geleceğin Yönetim Sistemi: Dijital Demokrasi

dijital demokrasi

İnsanlık tarihinin değişmez kuralı, değişim! Bu değişimin temel motoru da teknolojik değişim. Teknoloji değiştikçe gündelik yaşamımız, ekonomik davranışlarımız, kültürel davranışlarımız, sosyal hayatımız, siyasal sistemimiz ve hukuk düzenimiz de değişiyor.

Büyük bir değişim dalgasının tam ortasındayız ve değişim süreciEndüstri 4.0 ile önemli bir merhaleye ulaşacak.

Yakında insanoğlu yeni bir kavramı çok daha fazla tartışıyor olacak:Dijital Demokrasi.

Bilgi, (siz bunu veri olarak da okuyabilirsiniz) dijital sistemde dolaşıyorsa, onun ekonomisini, kültürünü, adaletini, hukukunu, koruyup kollayacak, gözetecek, geliştirecek yegane temel siyasi kanalımız da “Dijital Demokrasi”olacak.

Üretim ve tüketim biçimimiz, kültürel ve sosyal iletişim ve ilişki yönetimimiz, siyasal iletişim ve tercihlerimiz, belediyeler ve devlet ile kurduğumuz ilişki yapımız tamamen dijital sistem üzerinden şekillenecek. Yaşamımızın ana omurgası tamamen dijital olacak.

Bugün kültürel olarak henüz kabullenemesek ve anlamlandıramasak da“siyasal varlığımızın” ana kanalı dijital olacak.

Mahremiyet çağı biterken, yeni çağın temel konusu alenileşen kişisel verileri daha fazla kontrol altında tutmak, mümkün olan en üst düzey güvenliği sağlamak ve risklerle mümkün olduğunca mücadele etmek. Elbette bunda da en önemli rolü, dijital okuryazarlığı artmış, daha başlangıçta bireysel kontrol ve güvenliğini sağlayan yeni bir nesil yetiştirmek.

Aksi halde, ortalığa saçılmış kişisel verilerle bireyleri de, ülkeleri de tarumar etmek çocuk oyuncağı haline gelecek.

Özcan Yazıcı

Özcan Yazıcı
Yazar

Dijital Strateji ve İş Geliştirme Uzmanı / Sosyalink Digital Agency Danışmanlığı Ajans Başkanı